Babı Şefkat Nur


CİHAD, YÜCE İSLÂM’IN ZİRVESİDİR

“Ey îmân edenler! Sabredin!
Sabırda (düşmanlarınıza) üstün gelin! 
(Her an cihâda) hazırlıklı olun
ve Allah’dan sakının! Tâ ki kurtuluşa eresiniz!..”
( Âl-î İmran,200)
“Cihad, Yüce İslâm’ın zirvesidir” 
(İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd)
“[Ona eşit olarak] yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur.” 
(Kütüb-i Sitte) 
‘Zâdü’l-Meâd’ adlı eseriyle
Hz. Peygamber’in siretinden hareketle akaidi, hadisi ve fıkhı birleştiren
yeni bir telif türü deneyen İbn Kayyım;
bu eserde; “cihad başlıca dört “adım”
veya “aşama”yı ihtiva eder şekilde tanımlanır;
1-Nefse karşı,
2-Şeytana karşı,
3-İnançsızlara karşı, Ve
4- Münafıklara karşı cihad.
Bunlardan
1-NEFİSLE CİHAD, DÖRT “AŞAMA” İHTİVA ETMEKTEDİR:
Nefse hak dini öğretmeye çalışmak; (şeriatı bilmek-farzları yapmak)
ikincisi,
fiiliyatta bu bilgiye uygun biçimde yaşamaya çalışmak;
(sünnet-i seniyye’ye ittiba etmek)
üçüncüsü,
bunu diğer insanlara öğretmeye çalışmak;
( emr-i maruf, emrini yerine getirmek)
ve
dördüncüsü,
sair insanları Allah’ın dinine davet ederken ızdırap verici zorluk
ve eziyetlerle karşılaştığında sabırlı olmak ve sebat etmektir.
( Takva sahibi müttakiler gibi olmak)
ŞEYTANLA CİHAD İKİ “AŞAMA”YI İÇERİR:
ilk olarak,
1-şeytanın insanın kalbine ektiği,
imanla ilgili şüphe tohumlarını uzaklaştırmaya çalışmak;
ve ikincisi,
2-şeytanın telkin ettiği süflî arzulardan vazgeçmeye çalışmaktır.
Bu cihadların ikincisi insanı sabır ve sebata eriştirirken,
ilki, yani nefisle cihad “sağlam ve kesin bir iman” kazandırır.
3 ve 4-Üçüncü ve dördüncü
TEMEL “AŞAMA”LARA,
YANİ İNANÇSIZLAR VE MÜNAFIKLARLA CİHADA
gelince,
bu ikisi de dört “aşama”yı içinde barındırır:
1-kalb ile cihad,
2-dil ile cihad,
3-malıyla (sahip olduğu şeylerle) cihad,
ve
4-hayatı ile cihad.
İnançsızlara karşı cihad kılıçla, yani cebirle, kuvvetle olduğu halde,
münafıklara karşı cihad dil ile yapılır
yani, delil, bürhan, ve ikna yoluyla.
Yine aynı eserde,
son üç “aşama”yı ihtiva eden son bir “aşama” olarak,
ZALİMLERE, BİD’ATÇİLERE VE FÂSIKLARA KARŞI CİHADı eklenir:
eğer biri kuvvet ve iktidar sahibi ise kuvvet ile;
kuvvet ve iktidar sahibi değilse diliyle;
ve bu da mümkün değilse kalben onlara karşı çıkıp,
onlara karşı mücahede etmek durumundadır.”
Zâdü’l-Mead
önce Mekke’de vahyolunan âyetler,
Peygamber’e (a.s.m.) şöylesi emirler yüklemektedir:
“O halde kâfirlere boyun eğme,
ve onlara karşı [Kur’ân] ile
büyük bir cihadla [cihâden kebîrâ] mücahede et.” 
(el-Furkan, 25:52)
Eski Said’in Cihad Görüşü ve Tatbikatı
Bediüzzaman’ın cihad yorumunu şekillendiren ilk önemli faktör
modern çağın bilim ve “medeniyet” çağı oluşuyla ilişkilidir.
“Elbette nev’-i beşer,
âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir.
Bütün kuvvetini ilimden alacaktır.
Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir!..”
(20.söz,bir sırrı ehem)
İlim ve aklın hükümferma oluşu vâkıasıyla atbaşı giden husus ise,
yine Bediüzzaman’ın işaret ettiği üzere, şudur:
“Hatta insanlar, … en keskin silahını cezâlet-i beyandan… alacaktır.”
 (a.g.e.)
Bediüzzaman cihadın hedeflerinden biri ve tüm inananların üzerine farz olan
“i’lâ-yı Kelimetullah”ın bu asırda “maddeten terakkiye mütevakkıf” olduğunu söyler;
i’lâ-yı Kelimetullah “medeniyet-i hakikiyeye girmekle mümkün”dür…
“İstikbalde, silah, kılınç yerine;
hakiki medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin
manevî kılınçları düşmanları mağlup edip dağıtacak!..” 
(Hutbe-i Şâmiye,30)
Bediüzzaman’ın nazarında, bu asırda Müslümanların asıl düşmanı
“hariçteki” düşman değildir.
Asıl düşman-İslâm’ın antitezi olan-“cehalet, zaruret, ihtilaf” üçlüsüdür.
İslâm dünyasının çökmesine sebep olan,
ve Müslümanları i’lâ-yı Kelimetullah görevini ifadan alıkoyan,
bu “amansız” düşmanlar ile onların sonuçlarıdır.
(Âsâr-ı Bedi’iye, 38l; Hutbe-i Şâmiye, 86)
“[Bu] zaman-ı medeniyette, ecnebiler medenî ve kuvvetli olduklarından…
din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak ikna iledir.
İcbar ile değildir.
Ve İslâmiyeti mahbûb ve ulvî olduğunu
evâmirine imtisâlen ef’âl ve ahlâk ile göstermek iledir!..”
(Âsâr-ı Bedi’iye içinde 381-2). 
“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imâniyenin
kemâlâtını ef’alimizle izhar etsek,
sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler;
belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler.”
(Hutbe-i Şâmiye, 20.27)
“Mesleğimiz sırf ahlâkî ve dinî[dir]…
Cemiyetimizin meşrebi beyne’l-İslâm muhabbetin mânâsına muhabbet
ve husûmetin medlûlüne -delilli, isbatlı- husûmettir.
Ve mesleği ahlâk-ı Ahmediyye ile tahallûk – bağlılık-
ve sünne-i Nebeviyyeyi – hayatında – ihya etmektir.
Ve rehberi
-şeriat-ı garra
-ve seyfi berâhîn-i kâtıa
-ve maksadı i’lâ-yı Kelimetullahtır.” 
(Âsâr-ı Bedi’iye,386)

“İslâmiyet’in hakaikı hem manen,
hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var…”
Bediüzzaman giriştiği bu mücadeleyi 
“manevî cihad” ve “müsbet hareket” diye isimlendirmiştir-ki,
buna “maddî-olmayan cihad,”
“söz ile cihad” gibi ifadelerle de tanımlamak mümkündür.
“Mahşerde, [Din-i Mübin için çalışan] âlimlerin
sarfettikleri mürekkep
şehitlerin kanıyla muvazene edilir; o kıymette olur!..”
(Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, no: 10026.)

“Cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da;
vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, [şöyle söylenebilir:] 
‘Bizim vazifemiz hizmettir;
netice Cenab-ı Hakka aittir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz.’” 
(Emirdağ Lahikası, ii, 213-4.)

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. 
Menfi hareket değildir.
Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır,
vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.
Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde,
her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz…” 
(Emirdağ Lahikası, ii, 213-4)
“Gayet ehemmiyetlidir” diye belirtilen bir mektupta,
Bediüzzaman, bu zamanda Risale-i Nur talebelerinin en önemli vazifesinin
“[manevî] tahribata karşı en büyük esas” olarak
takva-“menhiyattan ve günahlardan ictinab etmek;
ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmak”-olduğunu belirtmiştir.
“…ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik
ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur’un şakirtleri, böyle bir hadisede manevî mücahedeleri,
inşaallah zaman-ı sahâbedeki gibi
az amelle, pek büyük sevap ve âmâl-i sâlihaya medar olur.”
 (Kastamonu Lahikası, 106-7)
“…münakaşa ve münazaraya sevketmeyiniz.
…. beddua ile de mukabele etmeyiniz…
madem imanı var, o noktada kardeşimizdir.
Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz.
Çünkü, daha müthiş düşman[lar]… var…”
“… bu acib zamanda, imanı bulunan
ve hatta fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak;
ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden hıristiyan bile olsa,
onlarla medar-ı niza noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi;
hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor…”
(Kastamonu Lahikası, 186-7.)
“Mesleğimiz müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları
-gibi vazifemiz dışındaki başka şeyleri-
düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor!..” 
(Kastamonu Lahikası, 183)

Bu Yazıyı Yorumlayın..

Köşe Yazarlarımız

Meltem Etoğlangil

Erzincan altın madeni kazası

Babı Şefkat Nur

Ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.” (Fatiha,5)

Leyla Gevrek

Kendimi Arıyorum

Yusuf Soner Erdem

Farkımız Ne?

Doç. Dr. Ali Fuat Gökçe

TÜRKİYE’Yİ ÇEVRELEYEN ABD ÜSLERİ

Hakan Esen

Bayramınız Bayram Olsun

Tuğba Zehiroğlu

BİTSİN ARTIK

Ziynet Yıldırım

ÖLDÜRMEYECEKSİN

Facebook

Twitter

Anketler

Sitemizi yararlı buluyor musunuz?

Anket Sonuçları

Yükleniyor ... Yükleniyor ...