Yusuf Soner Erdem


ADİL PAYLAŞIM OLMAZSA OLMAZ

Bir önceki yazımız da Ticari Ahlak’tan bahsetmiş istatistiklerin her yoruma kapı araladığını söylemiştik. Bu istatistiki verilere göre ülkemiz Dünya bankası sınıflandırmasına göre üst orta gelir grubunda, IMF sınıflandırmasında ise gelişmekte (yüksek) olan ülke olarak tanımlanmaktadır. Ülkemiz uluslararası kuruluşlarca böyle tanımlanırken biz nerede ayrışıyoruz.

Bir kesimimiz haklı olarak siyasi ve bürokratlarımızın en çok kullandığı, anlattığı ve üzerinde çalıştığı dış ticaret,  milli gelir ve büyüme gibi makroekonominin yüz güldüren genel ulusal istatistiklerinden memnuniyetlerini dile getirirken,

Bir kesimimiz ise piyasadaki ücret, maliyet, fiyat (pahalılık) ve rant gibi mikroekonomik istatistikler ile ilgileniyor ve günlük hayatında bu verilerle karşılaşıyor.

İşte ekonominin bu iki argümanını ( makro-mikro) zıt kutup gibi çarpıştırmak yerine bütünleşik olarak ele aldığımızda temel sorunun milli gelir, üretim veya ticaretten kaynaklanan bir durum olmadığını sorunun gelir dağılımından kaynaklandığını ( ayrışma noktamız “bölüşüm “) fark etmemiz büyük çaba gerektirmeyecektir.

Aynı ekonomik sistem içerisinde yer alıp aynı yasalarla yönetilsek de birey olarak hepimiz ortalama ( KBDGSYİH ) geliri elde edemiyor, gelir dağılımında adaleti yakalayamıyoruz.

En düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesim toplam gelirden %5,9 pay alır iken, en yüksek gelirine sahip yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay %47,5 olarak hesaplanmıştır. İşte bütün tartışmalarımızın çözümü de bu çıkmaz içerisinde yer almaktadır.

Liberal sistemin uygulandığı, yedi milyona yakın asgari ücretli ve kayıtsız olarak ya da daha düşük ücretlerle çalışan milyonlarca işçinin olduğu bir ekonomide adil dağılım elbette kolay olmayacak ve sadece kamunun üzerine bırakılacak bir konuda değildir.

Bu durumda kamuya düşen ilk görev; özel sektörde her yıl yenilen sözleşmelerde ücretin sürekli asgari ücret seviyesinden belirlenmesine izin vermemeli, özellikle baskın gruplara tanınan yüksek vergi muafiyeti tekrardan gözden geçirilip dar gelirlileri kapsayacak şekilde düzenlenmeli ve bunun devamında alt gelir grubun demografik yapısı gereği eş ve çocuk yardımını ciddi miktarda artırmalıdır.

Kamu yönünden bu uygulamalar hayata geçirirken diğer bir aktör olan özel sektör ise kayıt dışılıktan, ucuz işçilikten ve en önemlisi çocuk işçiden vazgeçip kârı işçi üzerinden değil ürün üzerinden kazanmayı amaç edinmeli ve işçi ücretlerini asgari ücrete şartlanarak değil; yaşam koşullarına, kendi karlılık düzeyine ve işin nev’ine göre belirlemelidir. Bunun dışında belirlenen her ücret düzeyi adaleti bozacak sadece kitle yoksulluğunu ortaya çıkaracaktır.

Adaletti bir paylaşım için elbette sosyal transferler ve maddi yardımlar gibi bir çok yol ve yöntem olsa da bunları hepsini masaya koymak sadece yöntem kargaşası yaratıp yine sonuçta uygulanamayan bir mevzuat olarak kalması yerine piyasa aktörlerinin  en hızlı ve en sade uygulamaları hayata geçirmeleri bu yönde atılacak çok önemli adım olacaktır.

Toplumsal kalkınmanın, barışın ve fırsat eşitliğinin olmazsa olmaz temel şartı olarak adil dağılımının sağlanması hem kamunun hem özelin hem de bireysel olarak tek tek hepimizin görevi ve sorumluluğu olduğunu bilmeliyiz.

Bu yazıyı yazarken bile asgari ücret ile çalışanlar aklıma geliyor ALLAH yardım etsin demekten kendimi alamıyorum. Hepinize saygılarımı iletiyor adaletten şaşmamanızı diliyorum.

Bu Yazıyı Yorumlayın..

Köşe Yazarlarımız

Meltem Etoğlangil

Erzincan altın madeni kazası

Babı Şefkat Nur

Ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.” (Fatiha,5)

Leyla Gevrek

Kendimi Arıyorum

Yusuf Soner Erdem

Farkımız Ne?

Doç. Dr. Ali Fuat Gökçe

TÜRKİYE’Yİ ÇEVRELEYEN ABD ÜSLERİ

Hakan Esen

Bayramınız Bayram Olsun

Tuğba Zehiroğlu

BİTSİN ARTIK

Ziynet Yıldırım

ÖLDÜRMEYECEKSİN

Facebook

Twitter

Anketler

Sitemizi yararlı buluyor musunuz?

Anket Sonuçları

Yükleniyor ... Yükleniyor ...