“Demek, birisi dini,
diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar.
Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
İnsanlık tarihi boyunca,
insanların birbirleriyle yaptıkları yardımlaşma usuleri içinde
en mükemmel ve minnetsiz yardımlaşma müessesesi, zekâttır.
İnsanların içtimaî hayatında intizam ve asayişi temin eden zekâttır.
zenginlerin fakirlere şefkat ve merhamet duymalarını,
fakirlerin ise zenginlere karşı saygı, hürmet, dua
ve şükran hisleri taşımasını temin eden, yine zekâttır…
Zekât, denince;
diğer sadaka, adak ve nezirler ve bütün infaklar zekâtın füruatlarıdır…
“Zekât ile sadakanın
lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:
1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
"Hayırda israf olmadığı gibi israfta da hayır yoktur"
hakikatince, sadaka ve zekât vermekte israf olmaz.
Ne kadar verilebilirse o kadar faziletlidir demektir.
Lakin kendi ailesinin
iaşe ve maişetini zora sokacak kadar ileri gitmemelidir.
Ancak;
"Birinci Şart:
Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki,
وَمِمَّا lâfzındaki مِنْ i teb’îz ile o şartı ifade eder..."
(25.söz)
Ama verilen yer layık, veren kişi de iman-ı kâmil ise yukarıdaki mahzurlar olmaz,
yüksek bir kemâl zuhur eder.
Mesela, Tebük seferinde tüm malını veren Hz. Ebu Bekir (r.a) gibi…
“2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle
halkın malından olmayıp kendi malından olması.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
Emanet, borç ve kul hakkı ve yetim hakkı ile mükellef olan kişiler
Bu hususta çok dikkatli olup,
kendi malını veya infak edeceği hayrını karıştırmamalıdır…
“3. Minnetle in’âmın bozulmaması.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
Nasıl ki nimetin sahibi Rezzak ve Rahman olan Allah’tır.
O halde mal sahibi kendini tevzifat memuru gibi görmeli,
fakirin hakkıyle beraber, kendisine kısmet ve nasib de ihsan edilen malını,
fakirin hakkı olan
zekât veya sadakalarıyla infak ederek, malını temizleyip, arıdırmalıdır…
Minnet yüklenmemelidir ki,
ibadet olduğu, hem de farz bir ibadet olduğu unutulmasın!..
“4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi.
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
Sözlükte artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal
ve övgü anlamlarına gelen zekât,
dinî bir terim olarak, belirli bir malın bir kısmının
Allâh rızası için muayyen kişilere verilmesi demektir.
Malî ibadetlerden biri olan zekât, İslâm’ın beş temel esasından olup,
hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır.
Zekât, malı bereketlendirir, büyümesini ve çoğalmasını sağlar.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
“Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine (daha iyisini) verir.”
(34/Sebe, 39.)
Allah Teâlâ bu ayette, verilen zekâtın yerine onun karşılığını vereceğini vadetmiştir!..
“5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle,
ilim, fikir, kuvvet,
amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
İlmin sadakası;
Kişinin, ilmi ile yazılı veya sözlü olarak,
Kuvvetin sadakası; kuvvetli olduğu maddi manevi her hususta,
Zayıf olan kardeşlerine kuvvet vermesi ile,
Sağlıklı, enerjik ve kuvvetli bir adam
Amel ve gayreti ile İmana İslâm’a ve Kur’an’a hizmet etmesidir…
Bu gayret ve çaba da bir nevi sadaka hükmündedir.
Sanaatkâr sanatı,
marifet sahibi marifeti ile, tecrübe sahibi tecrübesi ile v.s hizmet eder…
Böylece herkes
kendisinde bulunan nimetin ve amelin zekât ve sadakasını vermiş olur!..
“6. Sadakayı alan adam,
o sadakayı sefahette değil,
hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
‘Ata et, ite ot’ verilmez demiş atalarımız…
Zekât ve sadakanın ihtiyaca uygun olması elzemdir…
(hesapsız ve yersiz cömertlik; Zahirde ihsandır, hakikatte israftır.)
“Kur’ân-ı Kerim bu şartları,
bu nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için;
يُزَكُّونَ – ‘Tezkiye ederler; bir şeyi temizlerler.’
veya يَتَصَدَّقُونَ – ‘Sadaka verirler’
veyahut يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ – ‘Zekatlarını verirler.’
gibi îcazlı bir ifadeyi terk edip,
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ - -“
-Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden muhtaçların ihtiyaçlarını giderirler.”
(Bakara, 2)
gibi itnablı -uzun ve kapsamlı- bir cümleyi ihtiyar –tercih- etmiştir.”
(işârâtü’l- icâz- bakara, 3)
Yüce Allâh;
“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden
ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin...”
(Bakara 2/267);
“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları,
ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur.
Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin.
Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin,
fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
(En’am 8/141) buyurmaktadır.
Hz. Peygamber (asv) de,
“Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir;
kova ile sulananlarda ise yirmide bir vardır.” buyurmuştur
(Buhârî, Zekât, 55).
İslam’da en temiz olan şey ‘hak olan şey’dir.
Zengin zekâtı verdiği zaman başkasının hakkını ayırmışsa,
Hem, malını kul hakkından temizlemiş olur, hem de kendi amelini de arındırmış olur…
Şöyle ki;
Kâ’b b. Ucre (r.a.) diyorki:
“Allah Resûlü bana şöyle buyurdu:
‘Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder...’”
(Tirmizî, Cum’a, 79; İbn Mâce, Zühd, 22)
Bir Yorum Bırakın