Dünyanın konaklama için bir han olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bir yandan ağlayarak doğuyor, diğer yandan sela ile gidiyoruz.
Gidiyoruz da, sanki kıyamet toplu kıyım yapmayacak da tek tek alıp götürecek gibi…
Telefonu sabah elimize alıyoruz…
Görüyoruz ki hep vefat haberleri. (zamanı geldiğinde bizde ahirete gidiş kervanına katılacağız tabi).
Kiminin annesi, kiminin babası kiminin yakın akrabası arkadaşı, sevdiği, vb…
Baş sağlığı dileklerinde bulunmak amacıyla yorum yapmak hayli zaman alıyor.
Sanki iki gün önce hal hatır sorduğumuz abimiz kardeşimizin vefat haberini görüyoruz ve inanmak istemiyoruz.
Her ne kadar üzülsek de biliyoruz ki aldığımız nefesin bir saniye fazlası yok.
Ölüm neden bu kadar çoğaldı diye soruyorum kendi kendime?
Tamam korona tüm dünyayı egemenliği altına almış. İstediği doğrultuda seçmiş olduğunun canını alıyor. (Can almak yalnız Allah ‘ın takdiridir.)
Yinede ders almıyoruz hiç birinden!
Sosyalleşmede ön sıradayız.
Taziye ziyaretlerine gitmezsek ayıp olur.
Düğüne gidip kesin görünmeliyiz. Onlarda bizim oğlanın/kızın düğününe gelmişti.
Diye diye kendi ellerimizle yapmış olduğumuz urganı asla gitmesin diye koronanın boynuna asmışız.
Gitme bizim canımızı
başka bahane olmadan sadece sen al dercesine bırakmıyoruz.
Maske,
Mesafe,
Temizlik, diye diye büyüklerin dilinde tüy bitse de kimin umurunda!
Hele bir de ben koronaya inanmıyorum.
Ya da bana bir şey olmaz diyerek gözle görülmeyen mikroba göğsümüzü gererek meydan okuyoruz ya…
Bu saçma yiğitliğe ne demeli?
Aslında ne yazarsam yazayım herkes bildiğini okuyor.
Sela ile sadece sayılı kişilerle cenaze namazın kılınıyor. Mezara öcüymüşsün gibi zoraki yerleştiriliyorsun. Bir an önce üzerine atılan toprak ve kısacık dua…
Geride üzgün aile ve sosyal medyada iki gün rahmet ve taziye dilekleri…
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun başınız sağ olsun…
Geçmiş ola…
Bir vardın bir yok oldun…